YİRMİ
BİRİNCİ DEVÂ
Ey hasta kardeş! Senin hastalığında maddî elem (acı, üzüntü)
var. Fakat o maddî elemin tesirini izale edecek (yok edecek) ehemmiyetli bir mânevî
lezzet seni ihata ediyor (kuşatıyor) .
Bu devada Bediüzzaman Hazretleri
hastalıktan acı çekmekte olan hastalara seslenip teselli veriyor. Sizin
bedeninizde acı var fakat kalbİNİZİ
manevİ bİr lezzet kuşatıyor, diyor. Bunun nedenini aşağıda açıklıyor.
Çünkü, peder ve validen (baba ve annen)
ve akraban varsa, çoktan beri unuttuğun gayet lezzetli o şefkatleri senin
etrafında yeniden uyanıp, çocukluk zamanında gördüğün o şirin nazarları yine
görmekle beraber; çok gizli, perdeli kalan etrafındaki dostluklar, hastalığın
cazibesiyle yine sana karşı muhabbettarane (sevgiyle) baktıklarından, elbette
onlara karşı senin bu maddî elemin pek ucuz düşer.
Hastalığım ilerledikçe bunu daha yakından
hissediyorum. Annem babam kardeşlerim bana hastalığımı unutturuyorlar. Annem
yattığım yerde çorba içiriyor. Babam tuvalete götürüyor. Kardeşim her hafta
gelip banyo yaptırıyor. Yeğenlerim etrafımda koşturuyorlar. Dostlarım sık sık
hediyelerle ziyaret ediyorlar. Bu güzel sevgiyi sağlayan şey hastalıktır. Bu sevgİ ve İlgİnİn yanında, hastalığın
verdİğİ sıkıntı çok hafİf kalıyor.
Hem sen müftehirâne (övünerek) hizmet ettiğin ve
iltifatlarını kazanmasına çalıştığın zatlar, hastalığın hükmüyle sana
merhametkârâne (merhametli bir şekilde) hizmetkârlık ettiklerinden,
efendilerine efendi oldun. Hem insanlardaki rikkat-i cinsiyeyi (kendi gibisine acıması)
ve şefkat-i nev'iyeyi (kendi gibisine şefkat göstermesi) kendine celb ettiğinden (çektiğinden),
hiçten, çok yardımcı ahbap ve şefkatli dost buldun.
Evet Allah Kuran’da ana babaya hizmet
etmeyi emrediyor, onlara öf bile deme, diyor. Yani Onlar bizim efendimizdir.
Bediüzzaman Hazretleri, sen bu hastalık vesilesiyle efendilerine efendi oldun,
diyor. Çünkü merhametli şekilde hizmet ederek iltifatlarını kazanman gereken
annen ve baban, şimdi sana o şekilde hizmet ediyorlar. Ayrıca insanın kendi
gibisine şefkat göstermesi sırrınca pekçok dost bulursun, diyor. Gerçekten de
Facebook hesabımda güzel kalpli, samimi yüzlerce engelli dostum var. Hani Hz.
Mevlana anlatır ya:
Bir gün, bir alim, yol kenarında kendi
türleriyle uçmayı reddeden İKİ AYRI CİNS kuşa rastlar. Hayli merak eder, bu iki
farklı türün nasıl olup da kendi hemcinsleri, ait oldukları yerlerde yaşamak
istemediklerini, nasıl olup da bir yabancıyı kendi kardeşlerine yeğlediklerini.
Biri karga, biri leylek... O kadar
farklıdır ki kuşlar, ihtimal veremez birbirlerini sevdiklerine, türdeşleriyle
değil de birbirleriyle uçmayı yeğlediklerine. Öyle ya, karga dediğin kargalarla
uçmalıdır, leylek dediğinse leyleklerle.
Yaklaşır ve merakla inceler kuşları. Taa ki
her İkİsİnİn de topal olduğunu
keşfedinceye kadar.
O zaman anlar ki; birlikte kaçar, birlikte
uçar, beraber yaşamaları beklenenlerin yanında tutunamayanlar... O zaman anlar
ki; sahip oldukları değil, sahip olmadıklarıdır kimilerini birbirlerine yakın
kılan.
Topal kuşlar birbirlerinin “arızalarını ve
eksikliklerini ” bilir ve menfaatlenmek ya da örtmek yerine kabullenirler
öylesine. En sahİCİ dostluklar ortak
varlıklar üzerİne değİl, ortak yoksunluklar üzerİne kurulanlardır. Ortak
acı, ortak hüzün, ortak pürüzdür esas yakınlaştıran, yaklaştıran…
Hem çok meşakkatli (zorlukla yapılan) hizmetlerden paydos emrini
yine hastalıktan aldın, istirahat ediyorsun. (dinleniyorsun) Ebette senin cüz'î (azıcık)
elemin, bu mânevî lezzetlere karşı seni şekvâya (şikayete) değil, teşekküre sevk
etmelidir.
Bütün bunlarla beraber yorucu işlerden
zorunlu izin aldın ve dinleniyorsun. Elbette azıcık acı olur, ama sen yine de
hastalık verdiği için Allah’a şikayet yerine şükretmelisin, diyerek bitiriyor.
Nitekim tekerlekli sandalyede çalışırken çok yoruluyor, izin alamıyordum.
Hastalığım sebebiyle 1999’da yirmi gün babamla hastanede yatmıştık ve böylece
dinlenmiş oldum ve bu açıdan hastalanmama sevinmiştim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder