ON SEKİZİNCİ
DEVÂ
Ey şükrü bırakıp şekvâya giren hasta! Şekvâ (şikayet)
bir haktan gelir. Senin bir hakkın zayi (kaybolup gitme) olmamış ki şekvâ ediyorsun.
Belki senin üstünde hak olan çok şükürler var, yapmadın. Cenâb-ı Hakkın hakkını
vermeden, haksız bir surette hak istiyorsun gibi şekvâ ediyorsun.
Bediüzzaman Hazretleri bu Devayı gayet sade
anlaşılır bir dille yazmış. Şükretmesi gereken insanın neden şikayet etmemesi
gerektiğini açıklıyor ve eğer senin bir hakkın yendiyse ondan şikayet edersin,
nedir bu sürekli şikayetin, demek istiyor. Sen
daha şükür borcunu ödemedİnkİ şİkayet edesİn, diyerek bu devada bu
konuyu aşağıda sade, güzel bir anlatımla açıklayacak.
Sen, kendinden yukarı mertebelerdeki (derece)
sıhhatli olanlara bakıp şekvâ edemezsin. Belki sen, kendinden sıhhat noktasında
aşağı derecelerde bulunan biçare (çaresiz) hastalara bakıp şükretmekle mükellefsin. (sorumlusun)
Senin elin kırık ise, kesilmiş ellere bak. Bir gözün yoksa, iki gözü de olmayan
âmâlara (kör)
bak, Allah'a şükret.
Yukarıda bahsetmiştim, 2012’de boyundan
aşağı hiçbir kası çalışmayan kas hastası dostumu ziyaret etmiştik. Onu görünce
halime çok şükretmiştim. Ben kendi başıma tuvalete gidebilecek sağlık için
hayaller kuruyordum. O ise, Celal abisi gibi eliyle bardağı tutup kaldırıp çay
içebilmeyi… Annesi içiriyordu çünkü.
Evet, nimette kendinden yukarıya bakıp şekvâ etmeye
hiç kimsenin hakkı yoktur. Ve musibette herkesin hakkı, kendinden musibet (bela, sıkıntı, dert)
noktasında daha yukarı olanlara bakmaktır ki, şükretsin. Bu sır bazı
risalelerde bir temsille (örnekle) izah edilmiş. İcmâli (özeti)
şudur ki:
Mutlu ve huzurlu olmanın yolu şükürdür.
Şükretmenin formülünü veriyor. Allah ona zenginlik, bana fakirlik verdi diye
şikayet etme, KANAAT ET haline şükret. Bela, hastalık noktasında ise KENDİNDEN
DAHA ZOR durumda olanları gör, düşün ve çok şükür bugünüme diyerek haline
şükret…
6000 sayfalık Risalei Nur’un bazı
risalelerinde bu formülü güzel bir örnekle açıklamış, özeti şöyleymiş:
Bir zat, bir biçareyi bir minarenin başına çıkarıyor.
Minarenin her basamağında ayrı ayrı birer ihsan, birer hediye veriyor. Tam
minarenin başında da en büyük bir hediyeyi veriyor.
O mütenevvi (çeşit çeşit) hediyelere karşı ondan
teşekkür ve minnettarlık istediği halde, o hırçın adam, bütün o basamaklarda
gördüğü hediyeleri unutup veyahut hiçe sayıp, şükretmeyerek, yukarıya bakar.
"Keşke bu minare daha uzun olsaydı, daha yukarıya
çıksaydım! Niçin o dağ gibi veyahut öteki minare gibi çok yüksek değil?"
deyip şekvâya başlarsa, ne kadar bir küfran-ı nimettir, (nankörlük)
bir haksızlıktır.
O kadar güzel anlatmışki Allah razı olsun.
Minarenin herbir BASAMAĞINI ömrümüzden BİR YIL gibi düşünelim. Bizi minareye çıkaran
kişi, her basamakta bize türlü hediyeler veriyor ama tek istediği karşılık, ona
TEŞEKKÜR etmemizdir… Örnekle bağdaştırırsak, Allah, ömrümüzün her anında bizi
türlü nimetlere boğuyor. Ama bırakın
şükrederek teşekkür etmeyİ, günah İşleyerek O’na küfür etmİş oluyoruz.
Öyle de, bir insan hiçlikten vücuda gelip (var olup)
, taş olmayarak, ağaç olmayıp, hayvan kalmayarak, insan olup, Müslüman olarak,
çok zaman sıhhat ve âfiyet görüp yüksek bir derece-i nimet kazandığı halde,
bazı arızalarla, sıhhat ve âfiyet gibi bazı nimetlere lâyık olmadığı veya sû-i
ihtiyarıyla (kötü
seçimiyle) veya sû-i istimaliyle (kötü ameliyle) elinden kaçırdığı veyahut
eli yetişmediği için şekvâ etmek, sabırsızlık göstermek, "Aman, ne yaptım
böyle başıma geldi?" diye rububiyet-i İlâhiyeyi (Allah’ın bütün varlık
alemini kuşatan hakimiyeti, yaratıcılığı ve terbiyesini)
tenkit etmek (eleştirmek)
gibi bir hâlet (ruh hali), maddî hastalıktan daha musibetli, mânevî
bir hastalıktır. Kırılmış elle döğüşmek gibi, şikâyetiyle hastalığını ziyadeleştirir.
(artırır)
İnsanın şikayetten önce düşünmesi
gerekirmiş. Ben taş, bitki, hayvan değil, insan olarak yaratıldım. Müslümanım,
imanım var, türlü nimetlere sahibim, demesi gerekirmiş. Evet elhamdülillah, her
zaman bunu düşünür halime şükrederim. Afrika’da yamyam, veya Hindistan’da öküze
tapan birinin oğlu olarakta dünyaya gelebilirdim. Bunları düşününce nasıl
şikayet edeyim, kaldıki şikayet, Allah’ı merhametsizlikle suçlamak olur.
Bediüzzaman Hazretleri bu durum,
hastalığından daha kötü bİr hastalıktır, diyor. Ve bu halinden sürekli
şikayet etme durumu, kırılmış elle döğüşmek gibi hastalığını daha da artırmaktan başka bir işe
yaramaz, diyor.
Âkıl (akıllı kişi) odur ki,
"O kimseler ki, başlarına bir musibet geldiğinde
'Biz Allah'ın kullarıyız; dönüşümüz de ancak Onadır' derler." Bakara
Sûresi, 2:156.
sırrıyla teslim olup sabretsin, tâ o hastalık
vazifesini bitirsin, gitsin.
Akıllı kişi bu ayet gereği, Bu da geçer Ya
HU (Bu da geçer Ey Allah’ım) , diyerek sabreder ve hastalığın vazifesi bitince
Allah ona şifa verir, diye bitiriyor.
Hastalığın çeşitli vazifeleri vardır.
Aşağıdaki 19. Devanın sonunda sayılan vazifelere ek olarak fakirin öğrendiği şu
vazifeleri de vardır: Günahları affettirici kefaret, cennetteki dereceyi
yükseltici, Kulu gafletten uyandıran uyarıcı, vb…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder