ON DOKUZUNCU
DEVÂ
Cemîl-i Zülcelâlin (sınırsız yücelik ve sonsuz güzellik sahibi Allah’ın)
bütün isimleri, "Esmâü'l-Hüsnâ - Allah'ın en güzel isimleri" tabir-i Samedânîsiyle (hiçbir şeye muhtaç olmayan ve herşeyin O’na muhtaç
olduğu Allah'ın ifadesiyle) gösteriyor ki, güzeldirler.
Bu Devada Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri
Kuran’da Esmaül Hüsna diye geçen Allah’ın güzel isimlerinin neden güzel
olduklarını, aşağıda “HAYAT” örneği ile açıklayacak. Ve hastalıkla bağ kuracak.
Mevcudat (yaratılan herşey) içinde en lâtif (güzel, hoş),
en güzel, en câmi (kapsamlı) âyine-i Samediyet (hiçbir şeye muhtaç olmayan
ve herşeyin O’na muhtaç olduğu Allah'ın isim ve sıfatlarının yansıdığı aynası)
de hayattır. Güzelin aynası güzeldir. Güzelin mehâsinlerini (güzelliklerini)
gösteren ayna güzelleşir. O aynanın başına o güzelden ne gelse güzel olduğu
gibi, o hayatın başına dahi ne gelse, hakikat noktasında güzeldir. Çünkü, güzel
olan o Esmâü'l-Hüsnânın güzel nakışlarını gösterir.
Bu paragrafı kısaca açıklamak gerekirse
şöyle diyebiliriz. Bir ayna düşünün. Güzel bir kıza ait. Kendini seyrettiği
zaman ayna güzelleşir. Çünkü aynada güzel yüz vardır. Allah’ta her İnsanı güzel İSİmlerine bİrer ayna olarak yaratmıştır.
Her insanda Allah’ın pekçok güzel isimlerinin yansıması vardır. Kimi insan
Rahman yani çok merhametli; kimisi Latif çok yumuşak, nazik; kimisi herşeye
sahip kral; kimisi çok sabırlı; kimisi alim, doktor, ressam, mimar; kimisi
karşılıksız iyilik yapmayı seven, vs…
Kısaca Allah’ın güzel isimlerinin yansıdığı
ayna HAYAT’tır. Cenabı Allah, güzelin kendisini aynada seyretmeyi sevdiği gibi,
güzel isimlerinin yansımasını insanlarda seyretmeyi severmiş. Değil miki
Allah’tan, Hayatta insanın başına ne gelirse gelsin güzeldir. Bu hali özümseyen
Yunus Emre Hazretleri (1238-1320) der ki:
Cana cefa kıl ya vefa
Kahrın da hoş, lutfun da hoş,
Ya derd gönder ya deva,
Kahrında hoş, lutfun da hoş.
Hoştur bana senden gelen:
Ya hilat-ü yahut kefen,
Ya taze gül, yahut diken..
Kahrında hoş lutfun da hoş.
Gelse celalinden cefa
Yahut cemalinden vefa,
İkiside cana safa:
Kahrın da hoş, lutfun da hoş.
Gerek ağlat, gerek güldür,
Gerek yaşat gerek öldür,
Aşık Yunus sana kuldur,
Kahrında hoş, lutfun da hoş.
Hayat, daima sıhhat ve âfiyette yeknesak (tekdüze, monoton)
gitse, nâkıs (noksan)
bir ayna olur. Belki bir cihette (yönüyle) adem (yokluk, hiçlik) ve yokluğu ve hiçliği ihsas
edip (hissettirip)
sıkıntı verir, hayatın kıymetini tenzil eder (düşürür) , ömrün lezzetini sıkıntıya
kalb eder (dönüştürür).
Çabuk vaktimi geçireceğim diye, sıkıntıdan ya sefahete, ya eğlenceye atılır.
Hapis müddeti (süresi) gibi, kıymettar (değerli)
ömrüne adâvet (düşmanlık) edip, çabuk öldürüp geçirmek istiyor.
Burada Allah’ın isimlerinin yansıdığı ayna
olan Hayat’ın, ne zaman sıkıcı olacağını açıklıyor. SÜREKLİ sağlık ve afiyette
olan bir hayat eksiktir, insana sıkıntı verir, hayattan lezzet alamaz, diyor.
Çünkü hayatı daima sağlıkla, yani monoton geçen insan, yokluğu, hiçliği
hisseder, yani yaşamadığını hisseder ve hayattan lezzet yerine sıkıntı
duyarmış. Bunun içinde biran önce şu ömür bitsin diye eğlenceye ve zevklere atılırmış.
Fakat tahavvülde (değişiklikle) ve harekette ve ayrı ayrı
tavırlar içinde yuvarlanmakta olan bir hayat, kıymetini ihsas ediyor (değerini hissettiriyor),
ömrün ehemmiyetini ve lezzetini bildiriyor. Meşakkatte ve musibette dahi olsa (zorluk ve sıkıntıda olsa
bile) , ömrün geçmesini istemiyor. "Aman güneş
batmadı, ya gece bitmedi" diye sıkıntısından of, of etmiyor.
Evet bunun aksine hareketlilik ise ömrün
değerini artırıyor. Bu anlatılanlar kalp
atış grafİğİne benziyor. Ekranda kalbi zikzak çizgilerle atan insan,
yaşıyordur, düz çizgi olursa ölmüştür. Zikzak çizgilerle, yani bela
sıkıntılarla insan yaşadığını hisseder, mücadele eder, hayatından lezzet alır.
Zaman geçmiyor diye şikayet etmez.
Evet, gayet zengin ve işsiz, istirahat döşeğinde herşeyi
mükemmel bir efendiden sor, "Ne haldesin?" Elbette, "Aman vakit
geçmiyor; gel bir şeş beş oynayalım. Veyahut vakti geçirmek için bir eğlence
bulalım" gibi müteellimâne (elem duyarcasına) sözleri ondan işiteceksin. Veyahut tûl-i emelden (uzun yaşama arzusu
yüzünden bitmeyen istekler) gelen, "Bu şeyim eksik; keşke şu işi
yapsaydım" gibi şekvâları (şikayetleri) işiteceksin.
Bu paragrafta, daima rahat ve afiyette
monoton bir ömür süren insanın, ruh halini anlatmış.
Sen bir musibetzede (başına bela, sıkıntı gelen kimse)
veya işçi ve meşakkatli (zorluklar içinde) bir halde olan bir fakirden sor, "Ne
haldesin?" Aklı başında ise diyecek ki: "Şükürler olsun Rabbime,
iyiyim, çalışıyorum. Keşke çabuk güneş gitmeseydi, bu işi de bitirseydim. Vakit
çabuk geçiyor, ömür durmuyor, gidiyor. Vakıa (Gerçi) zahmet çekiyorum; fakat bu da geçer.
Herşey böyle çabuk geçiyor" diye, mânen ömür ne kadar kıymettar (değerli)
olduğunu, geçmesindeki teessüfle (üzülerek) bildiriyor.
Bu paragrafta ise, daima zorluk ve
sıkıntılarla bir ömür süren insanın, ruh halini anlatmış.
Demek, meşakkat ve çalışmakla, ömrün lezzetini ve
hayatın kıymetini anlıyor. İstirahat ve sıhhat ise, ömrü acılaştırıyor ki,
geçmesini arzu ediyor.
Gayet sade bir dille, bu iki hale ait
tespitini bildiriyor.
Ey hasta kardeş! Bil ki, başka risalelerde
tafsilâtıyla (detaylarıyla)
kat'î bir surette ispat edildiği gibi, musibetlerin, şerlerin, hattâ günahların
aslı ve mayası ademdir (yokluktur). Adem ise şerdir, karanlıktır. Yeknesak (tekdüze, monoton)
istirahat (dinlenmek),
sükût (sessizlik),
sükûnet (hareketsizlik,
sakinlik), tevakkuf (durgunluk) gibi hâletler (gibi durumlar),
ademe, hiçliğe yakınlığı içindir ki, ademdeki karanlığı ihsas edip (hissettirip)
sıkıntı veriyor. Hareket ve tahavvül ise, vücuttur (var oluştur)
, vücudu ihsas eder. Vücut ise hâlis (katışıksız, tertemiz, samimi)
hayırdır, nurdur.
Bediüzzaman Hazretleri bu paragrafta
hastalara sesleniyor. Yukardaki açıklamayı tekrar ederek pekiştiriyor. Sürekli
sağlık ve afiyette olan bir hayat eksiktir, insana sıkıntı verir, hayattan
lezzet alamaz, diyor. Çünkü hayatı daima sağlıkla, yani monoton geçen insan,
yokluğu, hiçliği hisseder, yani yaşamadığını hisseder ve hayattan lezzet yerine
sıkıntı duyarmış. Hareketlİlİk İse
yaşadığını hİssettİrİr, hayırdır, nurdur, diyor.
Madem hakikat budur; sendeki hastalık, kıymettar
hayatı sâfileştirmek (saflaştırmak), kuvvetleştirmek, terakki ettirmek (yükseltmek)
ve vücudundaki sair cihazat-ı insaniyeyi (diğer organlarını) o hastalıklı uzvun etrafına
muavenettarane (yardım edercesine) müteveccih etmek (yöneltmek)
ve Sâni-i Hakîmin (Herşeyi hikmetle Yaratan eşsiz Sanatkar olan Allah’ın)
ayrı ayrı isimlerinin nakışlarını göstermek gibi çok vazifeler için, o hastalık
senin vücuduna misafir olarak gönderilmiştir. İnşaallah çabuk vazifesini
bitirir, gider. Ve âfiyete der ki: "Sen gel, benim yerimde daimî kal,
vazifeni gör. Bu hane senindir, âfiyetle kal."
Bir önceki Devanın sonunda dediği gibi,
inşallah hastalık vazifesini çabuk bitirip gider, diyor ve vücudumuza misafir
olarak gönderilen hastalığın, pekçok vazifelerinden birkaç tanesini sayıyor.
ALLAH Hastalığı,
* Kıymetli hayatı saflaştırıp, güçlendirip
yükseltmek. (hastanın kalbi yumuşuyor, güçleniyor ve sabrederek cennetteki
derecesini yükseltiyor.)
* Vücudundaki diğer organları hastalıklı
organa yardım ettirmek. (Bediüzzaman Hazretleri, burada tıbbi bir bilgi
veriyor.)
* Allah’ın güzel isimlerinin nakışlarını
göstermek. (Mesela, Şafi, Şifa veren isminin her hastalığı türlü sebeplerle
şifa vermesi.)
Gİbİ vazİfeler
İçİn vücudumuza MİSAFİR olarak göndermİştİr.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder