ON BİRİNCİ
DEVÂ
Ey sabırsız hasta kardeş! Hastalık, hazır bir elemi (acıyı, üzüntüyü)
sana vermekle beraber, evvelki (önceki) hastalığından bugüne kadar, o hastalığın
zevâlindeki (yok
olmasındaki, sona ermesindeki) bir lezzet-i mâneviye (manevi lezzeti, hazzı)
ve sevabındaki bir lezzet-i ruhiye (ruhun lezzet, haz alması)
veriyor.
Naçizane şöyle düşündüm. 1993’te dengesiz
yürümeme neden olan Friedreich Ataksisi (FA) teşhisi konulup tedavisi yok
denildiğinde çok ağladım, üzüldüm. Fakat yıllar geçtikçe hastalığıma alıştım,
sanki iyileştim, acı duymamaya başladım ve bundan tarifsiz bir haz duydum.
Alacağım sevapları düşününce de ruhum lezzet aldı.
Bugünden, belki bu saatten sonraki zamanda hastalık
yok; elbette yoktan elem yok. Elem olmazsa teessür (üzüntü)
olamaz. Sen yanlış bir surette tevehhüm ettiğin (kuruntu duyduğun) için sabırsızlık geliyor.
Evet bu devada Bediüzzaman Hazretleri
sabırsız hastalara sesleniyor. Neden sabır gösteremediklerini açıklıyor. Mesela
bir kaza geçiren işçi, hemen iyileşmeyi istiyor. Sakat kalırsam düşüncesi onu
üzüntüye sevk ediyor. Halbuki madenden sağ çıkmış, ilk andaki acı geçmiş,
yatağa gelmiş, BUNLARI DÜŞÜNSE sabırsızlık gidecek, şükür gelecek.
Çünkü, bugünden evvel bütün hastalık zamanının maddîsi
gitmekle elemi de beraber gitmiş, kendindeki sevabı ve zevâlindeki (yok olmasındaki, sona
ermesindeki) lezzet kalmış.
O işçinin ilk andaki acısı geçmiş, yaraları
kabuk bağlamış, SABRETTİĞİ İÇİN sevabı kalmış.
Sana kâr (kazanç) ve sürur (sevinç)
vermek lâzım gelirken, onları düşünüp müteellim olmak (acı duyup üzüntü çekmek)
ve sabırsızlık etmek divaneliktir. (akılsızlıktır)
Evet kazandığın sevapları düşün mutlu ol,
yoksa AKLINI KULLANAN onlar için üzüntü duymaz.
Gelecek günler daha gelmemişler. Onları şimdiden
düşünüp, yok bir günde, yok olan bir hastalıktan, yok olan bir elemden tevehhüm
ile (zan ile,
kuruntuyla) düşünüp müteellim olmak, (üzüntü duymak)
sabırsızlık göstermekle, üç mertebe yok yoğa vücut rengi vermek (olmayan şeyi var kabul
etmek) divanelik (akılsızlık) değil de nedir?
1993’te hastalığımın ilk teşhisi konulduğu
zaman, bu hastalığın tedavisi yok, ilerde yatalak olursun, dendi. Ben o an
geleceği düşünerek çok üzüldüm, ağladım. Halbukİ
olmayan şeyİ gelmeden var kabul edİp üzülmek akılsızlıktı. Allah’a
tevekkül etmeliydim. Nitekim, bu halde nasıl çalışacağım diye üzülürken altı ay
sonra1994’de, Allah bana GÜZEL BİR İŞ nasip etti, 2010’da da emekli oldum
elhamdülillah.
Madem bu saatten evvelki hastalık zamanları ise sürur (mutluluk, sevinç)
veriyor. Ve madem, yine bu saatten sonraki zaman mâdum (yok)
, hastalık mâdum, elem mâdumdur.
Evet geçmişi düşününce bugünüme çok
şükrediyorum, yarın bana kim bakar demiyorum, ALLAH VAR GAM YOK.
Sen, Cenâb-ı Hakkın sana verdiği bütün sabır kuvvetini
böyle sağa sola dağıtma, bu saatteki eleme karşı tahşid et (öneminden dolayı üzerinde
fazla dur) , "Yâ Sabûr" (kullarına sabır gücü veren
Allah) de, dayan.
Allah insana sabredemeyeceğinden fazla yük
yüklemez, diyerek sabret. Eğer SABIR kuvvetini sağa (geçmişi düşünüp
kederlenmek) ve sola (geleceği düşünüp endişe duymak) dağıtmazsan sana yeter,
diyerek bitiriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder